Alla Turca ile Devr-i Alem

Zaman
08 Ekim Cumartesi · 16:00 - 18:30

Yer
KV Cafe - kv.com.tr
Asmalı Mescit Mh. Tünel Geçidi (Meydanı) 6, Beyoğlu 34420
Istanbul, Turkey



Yazan: Emir Gamsızoğlu

Proje
Alla Turca ile Devr-i Alem" bir kayıt projesi. Bu kayıt 15 yıla yakın bir süredir yazdığım eserleri bir araya toplayacak. Ayrıca kayıt sürecinden görüntüler ve kayıtta yer alan sanatçılarla yapılacak röportajlardan oluşan kısa bir film de bu projenin içerisinde.

Bu kaydı satışa sunmayacağız,  ama bu yola destek vererek bu projeye katılacak herkes bir kopya sahibi olacak. Maksadım yaptıklarımı tanıtabilmek, kendimden geriye birşeyler bırakmak ve bu projeyi hep beraber gerçekleştirdiğim dostlarla bize özel, başka kimsede olmayan bir kaydı arşivlerimize dahil etmek. Bu proje sadece kayıt için bana destek veren sanatçı ve teknik ekibin masrafları, kaydın yapılacağı konser salonu ve piyanosunun kirası ve CD/DVD'lerin ve kitapçıklarının basımından oluşan küçük bütçeye sahip. Bu dostlara dahil olmak isteyecek katılımcılar sayesinde bu projeyi gerçekleştirmek amacındayız.

Katılın bize, kuralları yıkıp kafamıza göre bir albüm yapalım!

Eserlerim
Yazdığım eserlerin bazılarını bazılarınız dinlediniz, en yenileri ise eşim Ege için yazdığım mi-sol-mi notalarından oluşan "EGE" isimli solo piyano parçası, Cahit Sıtkı Tarancı'nın şiirleri üzerine yazdığım Lied'ler "Eda", "Çöküyorum" ve "Bizimkiler", ve hala son rötuşlarını yaptığım piyano ve orkestra için "Alla Turca ile Devr-i Alem". Hepimizin kanına yerleşmiş ve batılılara ters gelen (2-2-2-3) diziliş ile 9/8'lik ritimdeki melodimi, Avrupa, Amerika ve Asya'da gezdirdiğim bu eseri gerçek bir orkestra ile kaydetmek pahalı bir prodüksiyon ama günümüzün teknolojik olanakları bu sorunu bilgisayar programları sayesinde halletmemize yardım ediyor.
Hedeflediğimiz kayıt bitirme tarihi Mayıs 2012. Kayıtlar, Istanbul, Paris ve New York'ta gerçekleştirilecek. Bu eserlerin tümünü önümüzdeki sezonda İstanbul ve New York'ta  yapacağımız konserlerde seslendireceğiz.



Hikayem
Piyano çalmaya 20 yaşımda başladım. Öncesinde profesyonel basketbolcuydum ve geçirdiğim bir sakatlık sonucu kariyerimi bırakmak zorunda kaldım. İyileşme döneminde piyano çalmaya başlayıp, bunun çok hoşuma gitmesiyle hayatımın yönünü tam anlamıyla 180 derece değiştirmiş oldum. Tabii ilk başta bunun pek farkında değildim. Piyano da tıpkı basket gibi sadece "takıldığım" birşeydi. Ardından konservatuarda klasik müzik ve etrafındaki katılaşmış normlarla tanıştım. Yargılar ve önyargılarla da tanıştım. Ardından Paris'de piyanist/besteci Hüseyin Sermet'le çalışmaya devam ettim ve zamanla kendimi Chen Halevi, Marina Chiche, Belcea Quartet gibi dünyaca kabul görmüş sanatçılarla aynı sahnede buldum. Eskilerin dediği gibi azim ve çalışmanın elinden hiçbirşey kurtulmuyormuş gerçekten.


Kuralları yıkmak
Piyano çalmaya çocukken başlanır kuralını yıktığımı New York'da David Dubal ile tanıştığımda daha iyi anladım. "Reflections from the Keyboard" kitabının yazarı Dubal beni dinledikten sonra "Senin her cümlene -Piyano çalmaya 20 yaşımda başladım- diye başlaman lazım" dedi. Ardından yine New York'da Pulitzerli besteci David Del Tredici yazdığım eserlere göz atıp beste yapmaya devam etmemi söyledi. 35 yaşımdaydım, İstanbul İşSanat'da Çocuklar İçin Notada Yazmayanlar gösterisinden New York'daki evime dönerken havaalanında Cahit Sıtkı Tarancı'nın 35 Yaş isimli şiir kitabını görüp, aldım. Yolculuk boyunca Cahit Sıtkı benimleydi, böylece bu kayıt projesinde Burak Bilgili'nin seslendireceği Liedlerim için ilk adımı atmış oldum. Basketboldan müziğe geçişyaptığım yıllarda "bestecilik nasıl birşey acaba" diyerek yazdığım piyano eserlerine besteci Mete Sakpınar da Del Tredici benzeri bir tepki göstermişti; devam et dedi. New York'ta o küçük parçalara eşim Ege'nin isminin notalarıyla yazdığım bir Ballade ve Heybeli şarkısı üzerine bir Varyasyon ekledim. Böylece kuralları yıkmaya, bestecilik için de gerekli olanlara uymayarak devam ettim.


Sanat mı, Olimpiyat mı?
Sporculuktan gelen biri olarak sanat dünyasındaki rekabeti çok namert bulan biriyim. Sporda skorunuz bellidir, yener ya da yenilirsiniz. Seyirci size küfür eder, ıslıklar ya da adınıza tezahürat yapar. Klasik müzikte ise sessiz bir kalabalık sizi karşılar, belirsizlik ve görecelik esastır. "Daha hızlı, daha yüksek, daha kuvvetli" Dünya Olimpiyatlarının sloganıydı yanlış hatırlamıyorsam! 20. yüzyılda sanat dünyası da, müzisyenlerin daha güzel, daha ilginç, daha çok, daha hızlı olmanın ve daha bir sürü "daha" ile pekişen sıfatın peşinden koştuğu bir olimpiyat'a dönüştü. Daha kelimesi en baştan bir nicelik belirtiyor. Ben ise sanatı sanat yapanın nicelikten çok nitelik olduğunu düşündüm hep. Basketbolda 3'lük atmak peşinde koşmayı bıraktığımda, niceliğin de peşinde koşmayı geride bırakmıştım. Fakat 20. yüzyılın müzik sanayisinin, müzisyenleri kayıt yaparak kalabalıklara ulaştırmak için stüdyolara tıkması bu düşüncemi haksız çıkardı. Birbirleri ile kurallarının sessizce belirlendiği bir yarış içinde olan sanatçılar, daha hızlı çalmaya, daha ilginç olmaya, daha çok kayıt yapmaya çalıştıkça birçoğu kişiliklerini yitirmiş makinalar gibi duyuldular.


21. Yüzyıl
21. yüzyılın interneti çocukların bahçesi haline getirmesi, kalabalıklara kolayca ulaşabilmemizi sağladı. Ve zamanla bu arzu yerini kendine özgü sesleri aramaya bıraktı. Rafine deneyimler yaşamak isteyen insanlar yavaşyavaş kendi küçük çevresine dönmeyi özler hale geldi. Artık yapılan kayıtlar kalabalıklara ulaşmıyor. 30 Ocak 2010*'da Washington Post'da çıkan haber günümüzün popüler kemancısı Hillary Hahn'ın Tonight Show'a çıkarak albümünü tanıtması üzerineydi. Klasik müziğin tüm dünyada tanınan yüzü Hahn'ın 500'ün altında satan kaydı, tüm dünyada kayıt piyasasının nasıl bir düşüşe geçtiğini gösterdi. Efsanevi piyanist Murray Perahia'nin Bach Partitalar kaydı Amerika'da sadece 189 kopya satmıştı. Artık klasik müzikte en çok satan Top 10 listesine girmek hiç de zor değil. Bazı haftalar tüm dünyada 50'den az satılan kayıtlar bile bu listede olabiliyor.


Tarihçe
20. Yüzyılın başında, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin genç bestecileri çok kıymetli eserler yazdılar. Birçoğu Avrupalı usta klasik müzik bestecilerinin öğrencisi olduğundan, o dönemde içinde bulundukları gelenekler doğrultusunda eserler bestelediler. Cemal Reşit Rey sınıf arkadaşı Maurice Ravel ve hocası Gabriel Faure'den etkilendi, Adnan Saygun ise Vincent D'Indy'den. Başta Saygun, Ulvi Cemal Erkin ve Necil Kazım Akses olmak üzere bir çok Cumhuriyet dönemi Türk bestecisi Anadolu halk temalarını eserlerinde kullandılar. Fakat o dönemde besteciler toplumları müzik türlerine en çok yakınlaştıran, halkın rahatlıkla söyleyebileceği, klasik veya romantik, basit armonilerle işlenmiş melodilerle dolu eserler yerine, genelde o dönemin bestecilikteki moda akımları ve yazı stilleri ile yazdılar.

Oysa ki savaştan çıkmış genç bir cumhuriyetin müziğini temsil etmekle, kökü yüzyıllara dayanan geleneklerin devamı niteliğinde besteciler olmak çok farklıydı; bestecilerimizin, özellikle de Türk Beşlerinin üzerlerinde başka baskılar da vardı. Onlar o dönemin şartlarında yapılabilecek en iyi işleri yaptılar, hepsini sevgi ve saygıyla selamlıyorum.


Yeni Türk Klasik Müziği
20. yüzyılın ikinci yarısında Türk Sanat Müzikçilerini kızdıran ve klasik müzikçilere cephe almalarına sebep olan gelişmeler oldu. Oysa Edison'un bulduğu ampulü kullandığımız gibi, yine batılıların geliştirdiği müzik sistemlerini kullanarak ve kendi melodi sistemlerimize uyum sağlamalarına çalışarak kendimize ait müziği başka bir noktaya taşıyabiliriz. Bu işe Ravel'in, Faure'nin yüzyıllar süren bir gelişmenin sonunda geldikleri yerden başlarsak, işte esas o zaman batı kültürünün esiri olmuş oluruz. Ben ise bugün hayatımda olan konuları, bize ait sevdiğim melodileri veya şiirleri ve batı müziğinin en basit ve anlaşılması en kolay yöntemlerini kullanarak müzik yazıyorum. Klasik müzik dünyasının demode diye nitelendireceği formları ve armonileri kullanarak bir başka kuralı daha görmezden geliyorum. Eğer batı kültürünün yüzyıllar süren gelişiminin bir uzantısını olduğuna inanmış bir besteciyseniz, o yolda devam etmekte hiçbir mahzur olduğunu sanmıyorum. O alanın başarılı bestecilerine şapka çıkartalım derim. Ama nitelik, ne olmadığımızı bilmekte diye düşünüyorum ve kendimin Bach, Mozart ve Beethoven ile başlayan, Arvo Part veya Magnus Lindberg ile süregelen geleneğin bir uzantısı olmadığımı, Türkiye'ye ait bir müziği kovalayan bir müzisyen olduğumu düşünüyorum.


Düstur
İşte bu yüzden kendime özgü bir biçimde, bir başka deyişle "kafama göre" başladığım kariyerime aynı düsturla devam etmek üzere yoldayım. Başta belirttiğim gibi bu kaydı satışa sunmayacağız,  ama bu yola destek vererek bu projeye katılacak herkes bir kopya sahibi olacak. Böylece albümü hep beraber yapmış olacağız ve albümümüz "kendin pişir kendin ye" usulü, satışa sunulmadan tükenmiş olacak.  

Ben sürekli değişen sistemin hepimizi tek tipleştirmesine gönülden karşıyım. Sefasını sürüp, cefasını çekerek de kafama göre bir düzen tutturmak konusunda ısrarcıyım. Gelin bu yolda bir adım da siz atın ve beraberce kafamıza göre bir kayıt yapalım. Heybeli ada sesini bir kez daha bulurken, Cahit Sıtkı yeni bir solukla kulaklara ulaşsın ve Türk melodileri ile bir Türk besteci klasik müzik literatüründe kendilerine yer açsın.





Yorumlar